11 Kasım 2012 Pazar

Vespa İle Bir İtalya Macerası (Bölüm -2) “İtalyan Alpleri Dolomitler”



İlk gezi sonrasında blog’a yazarken finalde bir laf etmiştim. Sonrasında yıl sonu yaklaştıkça eş, dost, arkadaş ve özellikle ilk geziden oldukça haz duyan babam sormaya başladı; “Ne zaman bir sonraki macera ”? Yalancı olmayalım diye bu seferde İtalyan Alplerine, “Dolomitlere” yolculuk için hazırlıklara başladık.
Vakit, nakit ve sabır limitlerimizi çok zorlamadan yolculuk için uygun bir rota çizmeye çalışırken, daha önce motosiklet ile İtalyan Aplerini gezmiş bir arkadaşım niye RoRo ile İstanbul’dan deniz yolunu kullanmadığımızı sordu. Bu fikir hemen kafamıza yattı. Lakin feribota binebilmek için tekrar İstanbul’dan 980 km. yol kat edip Yunanistan’ın bir ucundaki İgoumenitsa’ya kadar motor sürmek bu sefer bize pek de cazip gelmedi. Hem bu rotayı geçen sene deneyimlemiştik, hem Dolomitlere ulaşabilmemiz için tek yol İgoumenitsa’dan Venedik feribotuna binmemizdi ki, feribot bu yolu 1,5 günde alabiliyordu ve gidiş yönünde feribotta kamara bulunmamaktaydı. Venedik feribotu, İgoumenitsa’dan sadece sabahları haraket ediyordu ki, bu da bir gün öncesinde tüm kara yolunu aştıktan sonra bir akşam da İgoumenitsa’da konaklamamız anlamına gelmekteydi. Tüm bunları göz önüne alınca motorları Pendik’ten RoRo’ya bindirmek çok medeni bir çözüm gibi gözüktü. RoRo doğrudan Dolomitlerin haritada hemen altındaki Trieste limanına yanaşmakta ve sadece araç taşımaktaydı. Motorunu yükledikten 62 saat (3 gün) sonra araç sahipleri uçak ile sabahın 05.00’inde Triesteye 1 saat uzaklıktaki Slovenya Ljublijana’ya uçmak ve kısa bir otobüs yolculuğuyla Trieste limanına ulaşılabilmek mümkün. Tüm bu operayon UN RoRo firması tarafından  tek bir ücret dahilinde organize edilmekte. Kontağa geçtiğim UN RoRo firma yetkilisi Vespa ile seyahat etme isteğimiz karşısında bize gerçekten çok iyi bir teklif verdi. Liman yükleme masraflarını bizden almayarak motor başı tek yön 100 Euro ve uçak bileti için 50 Euro karşılığında anlaştık. Gemi yük taşımacılığıyla uğraşan bir arkadaşım beni uyarmıştı. Deniz yük taşımacılığında, yük ne boyutta olursa olsun her daim pazarlık söz konusu. Sonunda bulutlu bir Eylül günü yükleme zamanı geldi çattı. Vespalarımızı Pendik limanına götürerek kısa bir işlem sonrasında UN RoRo “Birlik” gemisine yükledik.



Tabiki geçen sene İpsala gümrük kapısında yaşadığımız tüm replikler tekrarlandı. Bunlarla nereye gidiyorsunuz ? Ay motorun sesi benim eski Jawam gibi. Ağabey ne yakıyor? Gidebilecek misisiniz? Dönebilecek misiniz? Pek de ufakmış (bu çok kinayeli bir cümleydi !) , hiç bu kadar düşük kilo yük girmemiştim vs vs…….. Ben mümkün olduğumca bu tip sohbetlerden uzak durmaya çalışsam da babam tüm soruları hiç üşenmeden yanıtladı. Tüm memurlara geçen seneki maceramızı detaylarıyla tekrar tekrar anlattı.  Tabi bu arada yine ne şase, ne motor numarası kontrolü. Ruhsatta uçak yazsa bakan yok. Bas damgayı, haydi hayırlı yolculuklar. Geminin içi oldukça güvenli. Uçakta yanımızda taşımak istemediğimiz iki zamanlı motor yağları gibi sıvılar dahil kasklarımızı ve ağır kilitlerimizi Vespalara sabitleyerek bırakıyoruz. Üç gün sonra Trieste limanında mümkünse tek parça halinde bulmak dileğiyle Vespa’larımızdan vedalaşarak ayrılıyoruz.


Üç gün sonra Adria havayolları tarifesiz uçuşuyla bir uçak dolusu Tır şoförüyle birlikte Slovenya’ya doğru havalandık. Tır şöƒörleri genel olarak iyi ve hoş sohbet insanlar. Uzun süreler yollarda yanlız yol aldıkları için buldukları fırsatlarda insanlarla konuşmaktan hoşlanıyorlar. Ljubjlana havalimanına vardığımızda buz gibi bir hava karşılıyor bizi. İtalya’da daha ılıman bir hava bulmak umuduyla otobüs yolculuğumuza başlıyoruz. Otobüs içinde de sohbetler başlıyor. Dediğim gibi Tır şoförleri genellikle temiz yurdum insanı ama tüm dialoglarda “ a.m.k” lar havada uçuşuyor. Burada bahsettiğim “a.m.k” maalesef yeni çıkan spor gazetesinin açılımı anlamında değil. Trieste limanı girişine vardığımızda pasaportlarımız bir torbada toplanıp gümrük polisi kontrolüne gönderiliyor. Liman alanına pasaportsuz girmek ve çıkmak mümkün değil. İşte yazımın bu noktasında anlatmak istediğim hikaye bayan okuyucular için biraz uygunsuz kaçabilir. Kendilerinden özür dilerim ama kahkahalarla güldüğümüz bu olayı paylaşmak durumundayım. Gümrük polisi 30-40 dk. kadar sonra pasaportlarla geri döndü. Sabah güneşinin otobüse vurduğu ve şoförlerin sigara krizinin başladığı bir ortamda sinirler hafif gerilmiş durumda. Bu duruma bir de geminin henüz Trieste limanına varmadığı ve en az 6-7 saat uzakta olduğu bilgisi ekleniyor. Otobüsün önünde, şoförün yanında duran İtalyan polis tek tek isimleri okuyarak pasaportları, üzerindeki resimler ile sahiplerini karşılaştırarak teslim ediyor. Tabi Türk isimleri, latin alfabesinde telaffuz için biraz çetrefilli, uzun boylu polis kimi zaman duraklayarak ama dikkatli bir şekilde önce soyad sonra isim olmak kaydıyla kişileri çağırmakta. Otobüs sessiz ve herkes ismini duymak için kulak kabartıyor. Ta ki sıra “Hasan Hamcı” ağabeyimize gelinceye kadar. İtalyancada bilindiği üzere telaffuzda “H” harfi okunmamakta. Gümrük polisi bağırmakta “ …mci Asan, …mci Asan !!!” Otobüste önce bir şok arkasından Polis’te dahil olmak üzere bir kahkaha fırtınası koptu ama Hasan ağabeyden ses seda yok. Birkaç anons sonrasında hemen arkamızdaki koltuktan Hasan ağabeyimiz elini kaldırdı. Ver ver bakalım pasaportu …mcı Hasan burada.


Gecikme nedeniyle saat 15.30’a kadar liman içindeki Türk kahvesinde şoförlerle memleket meselelerini tartışmak durumunda kalıyoruz. Bu süre zarfında yapmamız gereken tek işlem 50 Euro’luk mecburi liman vergisini ödemek. 


Sonrasında gemi ufukta gözüküyor. Motorlarımız gemi kapısından 50 m. içeride bir sağ bölmede durmakta. Diğer tüm dorselerin boşalmasını beklemeden kolayca çıkabilecek bir durumdayız. Ama gemiye bizden önce  Polis ve sonrasında gümrük memurları giriyor. Kontroller bittikten sonra saat 16.30 gibi ancak yola koyulabiliyoruz. 


Planımızda ilk gün hedefimiz 180 km. yol alarak Dolomitlerin eteğindeki Belluno şehrine varmaktı ama güneşin batmasına birkaç saat kaldı ve bu kısa sürede Belluno’ya varmamız çok zor gözükmekte. Bizde rotayı değiştirip 139 km. uzaklıktaki Vittorio Veneto şehrine doğru şansımızı denemeye karar veriyoruz. GPS’imiz bizi önce Venedik istikametinde uzun bir süre  tali yollardan götürüyor. Küçük köy ve kasabaların arasından yavaş yavaş geçiyoruz. Sonrasında paralı bir otoyola çıkıyoruz ve dağlara doğru yöneliyoruz. 


Artık güneş ufukta tamamen kaybolmak üzere. Bizde ulaşmak istediğimiz şehre varabilmek için hızlanıyoruz. Kapasitesi ve far aydınlatma alanı sınırlı Vespa’larımız ile karanlığa, hız ortalamasının oldukça yüksek olduğu İtalyan otoyolunda yakalanmak istemiyoruz. Günün son ışıkları kaybolduktan hemen sonra ufak alp şehrine girmeyi başarıyoruz. Otelimiz şehrin merkezinde. Şehir dediğim de bir kasaba büyüklüğünde, dolomitlerin hemen eteğinde bir yerleşim. Otelimize yerleşip, karnımızı yerel bir restorandaki güzel pizza ile doyurduktan sonra dinlenmeye çekiliyoruz. Lakin sabaha karşı 02.00”de kalktığımız gün gerçekten bizim için uzun oldu.


Ertesi gün hava güneşli ve dağları odamızın penceresinden rahatça görebiliyoruz. Kahvaltı sonrası çok gecikmeden yola düşüyoruz. Hedef, bugün kısmen Dolomit National Park'ı ve Tre Cime’yi gezebilmek. Dağlara çıkarken geçtiğimiz yolları, etrafımızdaki doğayı, köyleri, kasabaları; genellikle yanımızdan geçen, nadiren bizim yanından geçtiğimiz çeşit çeşit motorsikletleri, klasik arabaları, yazıda kuracağım birkaç  süslü cümle ile anlatabilmek çok zor. 




Ülkemizin Karadeniz sahilleri, yaylaları da dahil neredeyse 4/3’ünden fazlasını işim gereği gezdim. Çok yer gördüm. Ülkemiz gerçekten dünya üzerinde ortalamanın çok üzerinde güzel bir coğrafya.  Ama Alpler gibi güzel bir bölgeye gezdigim yerler içinde hiç rastlamadım. Allah, bu kadar yeşili, ağacı, böylesinine harika doğayı bir bölgeye hiç hesapsızca nasıl dağıtmış ? Anlamak insan aklı için zor. Belki resimler durumu bir kısım açıklamama yardımcı olur. 







Kısa bir otoyol geçişinden sonra artık milli park (doğal koruma alanı) sınırları içindeyiz. Birbirinden güzel ufak göllerin yanından geçiyoruz. Etrafımızda rekreasyon alanları. İnsanlar arabalarını parketmiş; yürüyüş, dağ tırmanışı yapanlar, tam takım kıyafetleriyle bisiklete binenler etrafımızda. 




Evlerin balkonları bile çiçek dolu.... Sanırım zorunlu süsleme  çiçek ?

Ova yeşil...
Dağ yeşil...









Göl yeşil...


















Bir ara full taytları çekmiş bir yarış bisikletçisi arkamıza takılıyor. GPS’den hızımıza bakıyorum. Yaklaşık 70 km. ile gidiyoruz. Bisikletçi tam ensemizde, indiğimiz yokuş devam etse kesin bizi sollayacak. Gülümsemeyle karışık bir utanç içinde yolumuza devam ediyoruz. 



Trekking ve dağcılık meraklılarının mekkesi, Türkçede üç tepe anlamına gelen "Tre Cime"yi zorda olsa el yordamıyla buluyoruz. Fakat otopark alanı tepelerden yürüyerek 1,5 saat uzaklıkta. Çantalar yüklüyken motorları bırakıp tepeye yürümemiz imkansız. Bu görevi bir başka geziye bırakarak "Tre Cime'yi" uzaktan selamlıyoruz. Akşama kadar o göl senin, bu kasaba benim geziyoruz. 



















Akşama konaklayacağımız meşhur ve bir o kadar da kokoş kayak merkezi Cortina’ya varmadan önce merak saiki ile girdiğimiz sapağın sonunda yine bir koruma alanına çıkıyoruz. İnsanlar güneşin batmasına az kalmasına karşın yemyeşil vadide trekking yapmaktalar. Yanlız buraya bizden önce klasik bir vespalı arkadaş güzel motoruyla çoktan çıkmış bile. Tabiki resim çektirmekten geri kalmıyoruz. 




























Kartpostal gibi...
Cortina güzel bir şehir olmasına karşın en faal sezon kar düştükten sonra. Bu nedenle bazı oteller kapalı ve sokaklar sakin. Resepsiyondan aldığımız güzel bir lokal restoranı ziyaret ettikten sonra odamıza dönüyoruz. Tüm gün yollardaydık ve oldukça yorgunuz.

Onun arabası var güzel mi güzel. Yamaca bakar  evi de özel...






Ertesi gün havanın bozacağı haberini alıyoruz. Bugün Dolomitlerdeki yağışsız son günümüz olabilir. Rotamız, alplerin haritamızdaki kalan kısmını geçip 2-3 pass (dağ geçidi)  aşarak 380 Km. uzaklıktaki Garda gölüne ulaşabilmek. Bu “pass” olayı, alpleri geçmeyi planlayan  motorcular için oldukça önemli. Dağlardaki tecrübeniz geçtiğiniz pass sayısı ve yükseklikleriyle orantılı sayılmakta. Bizim neremiz eksik diyerek vuruyoruz kendimizi dağlara. 












Pass'a tırmandıkça hava az soğudu sanki...
Yol boyunca yine biribirinden güzel manzaralar. Yanımızdan çeşit çeşit motorlular selam vererek geçiyor. Bazıları ise yine dudak büküyor. Vespalarımız 2. Vites, 3. Vites ve tekrar 2. Vites, hatta bazen 1. Vites oflyaya puflaya pass’lara çıkarken yanımızdan klasik Porche’leriyle bir Alman gurubu geçiyor. Hafif bir küfür ve kıskançlık eşliğinde içimden mırıldanıyorum. Ama tırmanış sırasında etrafınızdaki doğal fauna ve canlı çeşitliliği o kadar yüksek ki, yola konsantre olmak oldukça güç. 











Yine de dikkatli bir sürüş içindeyiz. Lakin yollar arka arkaya 90º virajlı, bir yılan gibi kıvrılmakta. Yer nemli. En ufak bir dalgınlıkla viraj çizgisini kaçırmanız kendinizi devasa ineklerle bir tarlada bulmanıza yol açabilir. Bu arada yol kenarındaki inekler gerçekten Milka ineği veya yakın akrabaları. 

Ne çiçek...
Ne yemek....


Bu öküzlerde gerçekten çok öküz. Hiç yüz vermediler...
Yaklaşık 1 saatlik bir tırmanışın ardından ilk pass’ımıza, San Vito Di Cadore’ye  çıkıyoruz. Yol boyunca yanımızdan süratle geçen herkes parketmiş sanki bizi beklemekte. Herkes bize uzaydan gelmişiz gibi bakmakta. Durumu pek de umursamayıp ilk pass’ımızın keyfini sürüyoruz. Buradaki hava sıcaklığı yamaçtan en az 10 derece düşük. Artık üşümeye başlıyoruz. Birkaç resim, bir iki video ve tuvalet molasından sonra, bu çıkışın bir de inişi var diyerek yola koyuluyoruz. 







Rakım 2236 m.  Bizden başka daVespa yok...


Kıvrıla, döne iniyoruz...
Gerçekten pass’tan inmek, çıkmaktan daha fazla dikkat istemekte. Yollar yine yılan gibi. Biz inerken yukarı çıkan kanter içinde iki bisikletli görerek yine kendimizden utanıyoruz.
 Gün ilerledikçe yine birbirinden güzel ufak kasabalardan, vadilerden geçiyoruz. Pass’ları aşıyoruz. Gün kararmaya yakın Garda’ya yaklaştık. Garda gölü, çevre şehirler için bir sayfiye merkezi. Pazar günü olduğundan yoğun bir trafiğin yanından geçerek Garda’ya giriyoruz. 



Elma molası...
Türk usulü yol alışverişi...






Dünya üzerinde böyle güzel başka bir kafe var mı? 

Garda gölü çevresinde irili ufaklı birçok yerleşim alanı mevcut. Biz konaklamak için tavsiye üzerine merkez olarak sayılan Garda kasabasını tercih ettik. Hava artık oldukça sıcak ve bulutlu. Göl manzaralı otelimize yerleştikten sonra yayan olarak göl kıyısinda bir tur atıyoruz. Gerçekten büyük ve güzel bir göl. Ertesi sabah göl çevresini tam tur dönmek ve küçüklü büyüklü yerleşimleri keşif amacıyla kahvaltı sonrası yola çıkıyoruz. Güzergahımız yine çok güzel. Sol tarafımız kesintisiz göl, sağ tarafımız ise Dolomitler. Otel sahibi yaşlı İtalyanın ingilizce bilen kızının tavsiyesi göl kıysındaki Malcesine, Torbole, Riva, Limon ve Tremosine’ye uğramamız. 












Malcesine...










Bu güzel 50'lik kuşu Malcesine'de buldum...



Garda adedi. Sevgilinin veya eşinin adını bir kilide yazıp köprüye asarsan adam ömür boyu tasmasını boynundan çıkaramıyormuş... Çok tehlikeli. Bizim hanımlar aman duymasın...
Yola çıktığımız Garda’dan gölün bir ucu Riva’ya kadar güzel bir geziyle ulaşıyoruz. Bu noktada sabahtan beri parçalı bulutlu olan hava birden kapatıyor ve sağanak yağmur başlıyor. Su geçirmez yağmurluklarımızi giyerek gezimize devam ediyoruz. Bir süre sonra sağnak yağmurun yanı sıra fırtına boyutlarında bir rüzgar başlayınca canımız da hafif sıkılmaya başlıyor. 

Teraslı tüneller...
Allahtan gölün diğer kıyısı tamamen dağlık olduğundan, yollar kısa aralıklarla kayalara oyulmuş tünellerin içinden devam etmekte. Tünellerin içinden esen sıcak rüzgar üzerimizdeki yağmur suyunu bir fön makinası edasıyla kurutmakta. Bazı tünellerin bir kısmı göl tarafı açık, üstü kapalı teraslar şeklinde inşa edilmiş. Bu da zaman zaman ıslanmadan yol boyunca sürüş yapmanıza imkan vermekte. Fakat hızını arttıran rüzgar kapalı tünel çıkışlarında bizi yalpalatarak dağın yamacına doğru kuvvetlice itmekte. Zaman zaman motorların kontrolünü sağlamakta zorlanıyoruz. Tam bu sırada sanki nazire yaparcasına yine 2 full taytlı bisikletli sırılsıkam olmuş bir halde karşı şeritten gelerek hızla yanımızdan geçti. Yine kendimizden utandık. Adamlar yağmur, rüzgar demeden spor yapmakta. Nedir bu bisikletlilerden çektiğimiz. Gölün çevresi yaklaşık 80 - 90 km. Ama sağanak yağmur ve rüzgar hızını dahada arttırıyor. Bu durum gölün çevresini tam tur dönmemize engel oluyor. 


Tünelin ucunda her daim ışık vardır...






Kendimizi Maderno’daki ufak feribota zor atıyoruz. Bu feribot gölün karşısına geçmekte. Buradan otelimize kalan mesafe 6 km. Garda’ya geri döndüğümüzde fırtına bitmiş durumda. Yağmurluklarımıza rağmen hafif nemlenmiş pantolonlarımızı kurutup ertesi günkü yol için hazırlık yapıyoruz. 

Güne başlarken. Motor...
Sabah Venedik için yine yollardayız. Venedik, güzergahımızın son gezi noktası. Bir müddet otobanda ilerledikten sonra, yoldaki aşırı yoğun Tır trafiği ve yüksek süratli otomobiller bizi üzmeye başlıyor. Düşük süratimiz nedeniyle 3 şeritli otobanda daima yolun sağındayız ve Tır’lar ile aynı şeridi paylaşmak durumundayız.  Büyük bir çoğunluğu bizi sıkıştırmamak için yaklaştıklarında sollama yaparak orta şeride geçiyor ama yinede bu dev araçlara dikkat etmek için devamlı teyakkuz halinde bir sürüş modundayız.

GPS'i ayarlarken bu klasik BMW'yi gördük...
Bu da bizi yormakta. İlk fırsatta otobanı terk ederek GPS’imizi bizi tali yollardan Venedik’e götürmesi için ayarlıyoruz. Bu ayarlamanın çok doğru bir karar olduğunu bir süre sonra anlıyoruz. Çünkü yolumuz yine masallardaki kadar güzel. Sarı, hasat görmemiş tarlaların, ufak kasabaların, nehirlerin , atların, kuşların arasında ilerliyoruz. 



Hemzemin... 
Yolumuz, tali yollardaki düşük süratimiz nedeniyle min. 2 saat uzadı ama manzaramız buna değer.  Bu güzel sürüş sonrasında saat 15.00 gibi Venedik’e varıyoruz. Otelimiz şehrin tarihi, kanallı bölümünün hemen girişindeki son kara parçası üzerinde, Piazzale Roma’da. Gezimiz boyunca önceden rezervasyon yaptığımız tek otel burası. Venedik çok turistik bir şehir ve motorlarımızla kara yoluyla varabileceğimiz, otoparkı olan Piazzale Roma’daki üç otelden en uygun bütçelisi bizim otelimiz. 















Venedikte maalesef motorlarımız ile gezmek mümkün değil. Tabi motorunuzu kanalda gezen teknelerden birine bindirmediğiniz taktirde. San Marco Meydanı, meşhur Çan kulesi, Rialto köprüsü, Grand Canale vb. Şehrin turistik mekanlarını diğer turistler gibi yayan geziyoruz. Akşamında Venedikteki en başarılı lokal restoran Madonna’da yemek yiyoruz. 


Ertesi gün şehri yarım gün dolaşmak için vaktimiz var.  Sonrasında yağmura yakalanmadan son durağımız Trieste için yine yola düşüyoruz. Bu sefer baştan paralı otoyollardan uzak duracak şekilde bir GPS rotası planlıyoruz.  160 Km.’yi yaklaşık üç saatte alarak akşamüstü Trieste’ye ulaşıyoruz. 

Ertesi sabah ilk işimiz kahvaltı sonrası motorları dönüş yolculuğu için UN RoRo  “Pendik” gemisine yüklemek. Kısa liman evrak işlemi sonrasında Vespalarımız tekrar gemide, yolculuk için hazırlanmakta. 







İstanbul'da görüşmek üzere...
Motorlarımıza veda ederek akşama kadar Trieste’yi gezerek vakit geçiriyoruz. Lakin Slovenya Ljublijana havaalanı için servis otobüsü geminin haraketiyle birlikte limandan yola çıkmakta. 


Pendik gemisi limandan ayrılırken biz de ona el sallayarak havalimanı için yola çıkıyoruz. Biz birkaç saat sonra İstanbul’da olacağız ama motorlarımız bizden 3 gün sonra Pendik limanına varacak.


Yıllar önce tanınmış bir  alman motorsiklet dergisinde okumuştum. Dolomitler bir motorcu için ölmeden gezilmesi gereken 10 yerden biriymiş. Neyse ki henüz hayattayız ve bu destinasyonu listemizden çıkardık. Klasik Vespa PX'lerimiz ile iki maceralı seyahat ve güzel anılar sonrasında yeni destinasyonları artık yeni motorlar ile keşfetmeyi planlayarak bu seyahati de sonlandırıyoruz.

Bu bir veda değil. Belki dayanamayıp bir gün yine Vespa ile düşeriz yollara...





                                               



















































































































































11 yorum:

  1. yine süper bir uzun soluklu vespa gezisi olmuş tebrikler cenk....

    YanıtlaSil
  2. Sağolasın Muhittin. Çok selamlar...

    YanıtlaSil
  3. İkinizide Tebrik ederim , Cenk ağbi , harika bir yol , çok.güzel bir anlatım , görüşmek üzere.

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler Toygun; Selamlar...

    YanıtlaSil
  5. merhaba ..

    gezilerinizi ilgi ile severek bir solukta okudum .. sizin porşeciler için düşündüklerinizi okurlarınız da sizin için düşünüyor olabilirler .. en azından ben düşündüğümü söyleyebilirim . ayrıca yaptıklarınız , babamla zaman geçirme isteğini doğurdu içimde . adam göçüp gidecek beraber yaşadığımız doğru düzgün bir maceramız bile yok .
    bu yaz için ben de bir plan yapmaya başladım ..

    sevgiler.

    babanıza ayrıca sevgi ve selamlarımı yolluyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Sezgihan. İnsan anne ve babasıyla yaşlandıkça daha fazla vakit geçirmesi gerektiğini anlıyor. Birde ortak bir hobiniz varsa maceraya atılmaktan kaçınmayın. Şimdiden iyi yolculuklar.

      Selamlar Cenk,

      Sil
  6. Merhabalar,
    eşimle geçen yıl yaptığımız Tayland seyahatinden beri içime işleyen motosiklet sevdası son birkaç aydır tamamen vespa ilgisine dönüştü.Sizin sayfanıza internetten araştırma yaparken ulaştım ve baştan sona tüm yazılarınızı okudum.hayran olmamak elde degil.inanılmaz deneyimler...
    Umarım bize de birgün böyle bir tur yapmak nasip olur.
    Yeni yazılarınızı bekliyoruz :)

    Sevgiler,Saygılar.

    Ulaş

    YanıtlaSil
  7. Merhaba Ulaş;

    Blog'a ilgi gösterdiğin için teşekkür ederim. Merak sardıysa, imkan olduğunda mutlaka deneyin. Vespa, dünya üzerinde seyahat etmenin gerçekten çok ilginç ve tatmin edici bir yolu. Şimdiden yolunuz açık olsun.

    Selamlar Cenk;

    YanıtlaSil
  8. Merhaba. Blog'unuzu ilgiyle okudum. Gıpta etmemek elde değil. Bir de yurtdışı seyahatini babanızla yapmanız çok daha güzel ve her insanın yaşayamayacağı bir deneyim. Ne mutlu size! :) ben de bir yıllık vespa et4 sahibiyim. Balıkesir'de yaşıyorum. İmkan olsa sizinle ve babanızla tanışmak ve sohbet etmek isterim... Yeni seyahat ve paylaşımlarınızı gerçekleştirmeniz dileğiyle...

    YanıtlaSil
  9. Teşekkürler Bekir. İstanbul'a yolun düşerse tanışabilmek ve sohbet edebilmek dileğiyle. Selamlar...

    YanıtlaSil
  10. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil