İlk
gezi sonrasında blog’a yazarken finalde bir laf etmiştim. Sonrasında yıl sonu
yaklaştıkça eş, dost, arkadaş ve özellikle ilk geziden oldukça haz duyan babam
sormaya başladı; “Ne zaman bir sonraki macera ”? Yalancı olmayalım diye bu
seferde İtalyan Alplerine, “Dolomitlere” yolculuk için hazırlıklara başladık.
Vakit,
nakit ve sabır limitlerimizi çok zorlamadan yolculuk için uygun bir rota çizmeye
çalışırken, daha önce motosiklet ile İtalyan Aplerini gezmiş bir arkadaşım niye RoRo
ile İstanbul’dan deniz yolunu kullanmadığımızı sordu. Bu fikir hemen kafamıza
yattı. Lakin feribota binebilmek için tekrar İstanbul’dan 980 km. yol kat edip
Yunanistan’ın bir ucundaki İgoumenitsa’ya kadar motor sürmek bu sefer bize pek
de cazip gelmedi. Hem bu rotayı geçen sene deneyimlemiştik, hem Dolomitlere
ulaşabilmemiz için tek yol İgoumenitsa’dan Venedik feribotuna binmemizdi ki,
feribot bu yolu 1,5 günde alabiliyordu ve gidiş yönünde feribotta kamara
bulunmamaktaydı. Venedik feribotu, İgoumenitsa’dan sadece sabahları haraket
ediyordu ki, bu da bir gün öncesinde tüm kara yolunu aştıktan sonra bir akşam
da İgoumenitsa’da konaklamamız anlamına gelmekteydi. Tüm bunları göz önüne
alınca motorları Pendik’ten RoRo’ya bindirmek çok medeni bir çözüm gibi gözüktü.
RoRo doğrudan Dolomitlerin haritada hemen altındaki Trieste limanına yanaşmakta
ve sadece araç taşımaktaydı. Motorunu yükledikten 62 saat (3 gün) sonra araç
sahipleri uçak ile sabahın 05.00’inde Triesteye 1 saat uzaklıktaki Slovenya Ljublijana’ya
uçmak ve kısa bir otobüs yolculuğuyla Trieste limanına ulaşılabilmek mümkün. Tüm
bu operayon UN RoRo firması tarafından
tek bir ücret dahilinde organize edilmekte. Kontağa geçtiğim UN RoRo
firma yetkilisi Vespa ile seyahat etme isteğimiz karşısında bize gerçekten çok
iyi bir teklif verdi. Liman yükleme masraflarını bizden almayarak motor başı
tek yön 100 Euro ve uçak bileti için 50 Euro karşılığında anlaştık. Gemi yük
taşımacılığıyla uğraşan bir arkadaşım beni uyarmıştı. Deniz yük taşımacılığında,
yük ne boyutta olursa olsun her daim pazarlık söz konusu. Sonunda
bulutlu bir Eylül günü yükleme zamanı geldi çattı. Vespalarımızı Pendik
limanına götürerek kısa bir işlem sonrasında UN RoRo “Birlik” gemisine
yükledik.
Tabiki geçen sene İpsala gümrük kapısında yaşadığımız tüm replikler
tekrarlandı. Bunlarla nereye gidiyorsunuz ? Ay motorun sesi benim eski Jawam
gibi. Ağabey ne yakıyor? Gidebilecek misisiniz? Dönebilecek misiniz? Pek de
ufakmış (bu çok kinayeli bir cümleydi !) , hiç bu kadar düşük kilo yük girmemiştim vs vs…….. Ben mümkün olduğumca
bu tip sohbetlerden uzak durmaya çalışsam da babam tüm soruları hiç üşenmeden
yanıtladı. Tüm memurlara geçen seneki maceramızı detaylarıyla tekrar tekrar
anlattı. Tabi bu arada yine ne şase, ne
motor numarası kontrolü. Ruhsatta uçak yazsa bakan yok. Bas damgayı, haydi
hayırlı yolculuklar. Geminin içi oldukça güvenli. Uçakta yanımızda taşımak
istemediğimiz iki zamanlı motor yağları gibi sıvılar dahil kasklarımızı ve ağır
kilitlerimizi Vespalara sabitleyerek bırakıyoruz. Üç gün sonra Trieste
limanında mümkünse tek parça halinde bulmak dileğiyle Vespa’larımızdan
vedalaşarak ayrılıyoruz.
Üç
gün sonra Adria havayolları tarifesiz uçuşuyla bir uçak dolusu Tır şoförüyle
birlikte Slovenya’ya doğru havalandık. Tır şöƒörleri genel olarak iyi ve hoş
sohbet insanlar. Uzun süreler yollarda yanlız yol aldıkları için buldukları
fırsatlarda insanlarla konuşmaktan hoşlanıyorlar. Ljubjlana havalimanına
vardığımızda buz gibi bir hava karşılıyor bizi. İtalya’da daha ılıman bir hava
bulmak umuduyla otobüs yolculuğumuza başlıyoruz. Otobüs içinde de sohbetler
başlıyor. Dediğim gibi Tır şoförleri genellikle temiz yurdum insanı ama tüm dialoglarda “ a.m.k” lar havada uçuşuyor. Burada bahsettiğim
“a.m.k” maalesef yeni çıkan spor gazetesinin açılımı anlamında değil. Trieste limanı girişine vardığımızda pasaportlarımız
bir torbada toplanıp gümrük polisi kontrolüne gönderiliyor. Liman alanına
pasaportsuz girmek ve çıkmak mümkün değil. İşte yazımın bu noktasında anlatmak
istediğim hikaye bayan okuyucular için biraz uygunsuz kaçabilir. Kendilerinden
özür dilerim ama kahkahalarla güldüğümüz bu olayı paylaşmak durumundayım.
Gümrük polisi 30-40 dk. kadar sonra pasaportlarla geri döndü. Sabah güneşinin
otobüse vurduğu ve şoförlerin sigara krizinin başladığı bir ortamda sinirler
hafif gerilmiş durumda. Bu duruma bir de geminin henüz Trieste limanına
varmadığı ve en az 6-7 saat uzakta olduğu bilgisi ekleniyor. Otobüsün önünde,
şoförün yanında duran İtalyan polis tek tek isimleri okuyarak pasaportları,
üzerindeki resimler ile sahiplerini karşılaştırarak teslim ediyor. Tabi Türk
isimleri, latin alfabesinde telaffuz için biraz çetrefilli, uzun boylu polis
kimi zaman duraklayarak ama dikkatli bir şekilde önce soyad sonra isim olmak
kaydıyla kişileri çağırmakta. Otobüs sessiz ve herkes ismini duymak için kulak
kabartıyor. Ta ki sıra “Hasan Hamcı” ağabeyimize gelinceye kadar. İtalyancada
bilindiği üzere telaffuzda “H” harfi okunmamakta. Gümrük polisi bağırmakta “
…mci Asan, …mci Asan !!!” Otobüste önce bir şok arkasından Polis’te dahil olmak
üzere bir kahkaha fırtınası koptu ama Hasan ağabeyden ses seda yok. Birkaç
anons sonrasında hemen arkamızdaki koltuktan Hasan ağabeyimiz elini kaldırdı. Ver
ver bakalım pasaportu …mcı Hasan burada.
Gecikme
nedeniyle saat 15.30’a kadar liman içindeki Türk kahvesinde şoförlerle memleket
meselelerini tartışmak durumunda kalıyoruz. Bu süre zarfında yapmamız gereken
tek işlem 50 Euro’luk mecburi liman vergisini ödemek.
Sonrasında gemi ufukta
gözüküyor. Motorlarımız gemi kapısından 50 m. içeride bir sağ bölmede durmakta.
Diğer tüm dorselerin boşalmasını beklemeden kolayca çıkabilecek bir durumdayız.
Ama gemiye bizden önce Polis ve
sonrasında gümrük memurları giriyor. Kontroller bittikten sonra saat 16.30 gibi
ancak yola koyulabiliyoruz.
Planımızda ilk gün hedefimiz 180 km. yol alarak
Dolomitlerin eteğindeki Belluno şehrine varmaktı ama güneşin batmasına birkaç
saat kaldı ve bu kısa sürede Belluno’ya varmamız çok zor gözükmekte. Bizde
rotayı değiştirip 139 km. uzaklıktaki Vittorio Veneto şehrine doğru şansımızı
denemeye karar veriyoruz. GPS’imiz bizi önce Venedik istikametinde uzun bir
süre tali yollardan götürüyor. Küçük köy
ve kasabaların arasından yavaş yavaş geçiyoruz. Sonrasında paralı bir otoyola
çıkıyoruz ve dağlara doğru yöneliyoruz.
Artık güneş ufukta tamamen kaybolmak
üzere. Bizde ulaşmak istediğimiz şehre varabilmek için hızlanıyoruz. Kapasitesi
ve far aydınlatma alanı sınırlı Vespa’larımız ile karanlığa, hız ortalamasının
oldukça yüksek olduğu İtalyan otoyolunda yakalanmak istemiyoruz. Günün son
ışıkları kaybolduktan hemen sonra ufak alp şehrine girmeyi başarıyoruz.
Otelimiz şehrin merkezinde. Şehir dediğim de bir kasaba büyüklüğünde,
dolomitlerin hemen eteğinde bir yerleşim. Otelimize yerleşip, karnımızı yerel
bir restorandaki güzel pizza ile doyurduktan sonra dinlenmeye çekiliyoruz.
Lakin sabaha karşı 02.00”de kalktığımız gün gerçekten bizim için uzun oldu.
Ertesi
gün hava güneşli ve dağları odamızın penceresinden rahatça görebiliyoruz.
Kahvaltı sonrası çok gecikmeden yola düşüyoruz. Hedef, bugün kısmen Dolomit National
Park'ı ve Tre Cime’yi gezebilmek. Dağlara çıkarken geçtiğimiz yolları,
etrafımızdaki doğayı, köyleri, kasabaları; genellikle yanımızdan geçen, nadiren
bizim yanından geçtiğimiz çeşit çeşit motorsikletleri, klasik arabaları, yazıda
kuracağım birkaç süslü cümle ile anlatabilmek çok zor.
Ülkemizin Karadeniz sahilleri,
yaylaları da dahil neredeyse 4/3’ünden fazlasını işim gereği gezdim. Çok yer
gördüm. Ülkemiz gerçekten dünya üzerinde ortalamanın çok üzerinde güzel bir
coğrafya. Ama Alpler gibi güzel bir
bölgeye gezdigim yerler içinde hiç rastlamadım. Allah, bu kadar yeşili, ağacı,
böylesinine harika doğayı bir bölgeye hiç hesapsızca nasıl dağıtmış ? Anlamak
insan aklı için zor. Belki resimler durumu bir kısım açıklamama yardımcı olur.
Kısa bir otoyol geçişinden sonra artık milli park (doğal koruma alanı)
sınırları içindeyiz. Birbirinden güzel ufak göllerin yanından geçiyoruz.
Etrafımızda rekreasyon alanları. İnsanlar arabalarını parketmiş; yürüyüş, dağ
tırmanışı yapanlar, tam takım kıyafetleriyle bisiklete binenler etrafımızda.
Evlerin balkonları bile çiçek dolu.... Sanırım zorunlu süsleme çiçek ? |
Ova yeşil... |
Dağ yeşil... |
Göl yeşil... |
Bir
ara full taytları çekmiş bir yarış bisikletçisi arkamıza takılıyor. GPS’den hızımıza
bakıyorum. Yaklaşık 70 km. ile gidiyoruz. Bisikletçi tam ensemizde, indiğimiz
yokuş devam etse kesin bizi sollayacak. Gülümsemeyle karışık bir utanç içinde
yolumuza devam ediyoruz.
Trekking ve dağcılık meraklılarının mekkesi, Türkçede üç tepe anlamına gelen "Tre Cime"yi zorda olsa el yordamıyla buluyoruz. Fakat otopark alanı tepelerden yürüyerek 1,5 saat uzaklıkta. Çantalar yüklüyken motorları bırakıp tepeye yürümemiz imkansız. Bu görevi bir başka geziye bırakarak "Tre Cime'yi" uzaktan selamlıyoruz. Akşama kadar o göl senin, bu kasaba benim geziyoruz.
Akşama konaklayacağımız meşhur ve bir o kadar da kokoş kayak merkezi Cortina’ya
varmadan önce merak saiki ile girdiğimiz sapağın sonunda yine bir koruma alanına
çıkıyoruz. İnsanlar güneşin batmasına az kalmasına karşın yemyeşil vadide
trekking yapmaktalar. Yanlız buraya bizden önce klasik bir vespalı arkadaş
güzel motoruyla çoktan çıkmış bile. Tabiki resim çektirmekten geri kalmıyoruz.
Kartpostal gibi... |
Cortina güzel bir şehir olmasına karşın en faal sezon kar düştükten
sonra. Bu nedenle bazı oteller kapalı ve sokaklar sakin. Resepsiyondan
aldığımız güzel bir lokal restoranı ziyaret ettikten sonra odamıza dönüyoruz.
Tüm gün yollardaydık ve oldukça yorgunuz.
Onun arabası var güzel mi güzel. Yamaca bakar evi de özel... |
Ertesi
gün havanın bozacağı haberini alıyoruz. Bugün Dolomitlerdeki yağışsız son
günümüz olabilir. Rotamız, alplerin haritamızdaki kalan kısmını geçip 2-3 pass
(dağ geçidi) aşarak 380 Km. uzaklıktaki
Garda gölüne ulaşabilmek. Bu “pass” olayı, alpleri geçmeyi planlayan motorcular için oldukça önemli. Dağlardaki
tecrübeniz geçtiğiniz pass sayısı ve yükseklikleriyle orantılı sayılmakta.
Bizim neremiz eksik diyerek vuruyoruz kendimizi dağlara.
Pass'a tırmandıkça hava az soğudu sanki... |
Yol boyunca yine
biribirinden güzel manzaralar. Yanımızdan çeşit çeşit motorlular selam vererek
geçiyor. Bazıları ise yine dudak büküyor. Vespalarımız 2. Vites, 3. Vites ve
tekrar 2. Vites, hatta bazen 1. Vites oflyaya puflaya pass’lara çıkarken
yanımızdan klasik Porche’leriyle bir
Alman gurubu geçiyor. Hafif bir küfür ve kıskançlık eşliğinde içimden
mırıldanıyorum. Ama tırmanış sırasında etrafınızdaki doğal fauna ve canlı
çeşitliliği o kadar yüksek ki, yola konsantre olmak oldukça güç.
Yine de
dikkatli bir sürüş içindeyiz. Lakin yollar arka arkaya 90º virajlı, bir yılan
gibi kıvrılmakta. Yer nemli. En ufak bir dalgınlıkla viraj çizgisini kaçırmanız
kendinizi devasa ineklerle bir tarlada bulmanıza yol açabilir. Bu arada yol
kenarındaki inekler gerçekten Milka ineği veya yakın akrabaları.
Ne çiçek... |
Ne yemek.... |
Bu öküzlerde gerçekten çok öküz. Hiç yüz vermediler... |
Yaklaşık 1
saatlik bir tırmanışın ardından ilk pass’ımıza, San Vito Di Cadore’ye çıkıyoruz. Yol boyunca yanımızdan süratle
geçen herkes parketmiş sanki bizi beklemekte. Herkes bize uzaydan gelmişiz gibi
bakmakta. Durumu pek de umursamayıp ilk pass’ımızın keyfini sürüyoruz. Buradaki
hava sıcaklığı yamaçtan en az 10 derece düşük. Artık üşümeye başlıyoruz. Birkaç
resim, bir iki video ve tuvalet molasından sonra, bu çıkışın bir de inişi var
diyerek yola koyuluyoruz.
Rakım 2236 m. Bizden başka daVespa yok... |
Kıvrıla, döne iniyoruz... |
Gerçekten pass’tan inmek, çıkmaktan daha fazla dikkat
istemekte. Yollar yine yılan gibi. Biz inerken yukarı çıkan kanter içinde iki
bisikletli görerek yine kendimizden utanıyoruz.
Elma molası... |
Türk usulü yol alışverişi... |
Dünya üzerinde böyle güzel başka bir kafe var mı? |
Garda gölü çevresinde irili ufaklı birçok yerleşim
alanı mevcut. Biz konaklamak için tavsiye üzerine merkez olarak sayılan Garda
kasabasını tercih ettik. Hava artık oldukça sıcak ve bulutlu. Göl manzaralı
otelimize yerleştikten sonra yayan olarak göl kıyısinda bir tur atıyoruz.
Gerçekten büyük ve güzel bir göl. Ertesi sabah göl çevresini tam tur dönmek ve
küçüklü büyüklü yerleşimleri keşif amacıyla kahvaltı sonrası yola çıkıyoruz.
Güzergahımız yine çok güzel. Sol tarafımız kesintisiz göl, sağ tarafımız ise
Dolomitler. Otel sahibi yaşlı İtalyanın ingilizce bilen kızının tavsiyesi göl
kıysındaki Malcesine, Torbole, Riva, Limon ve Tremosine’ye uğramamız.
Malcesine... |
Bu güzel 50'lik kuşu Malcesine'de buldum... |
Garda adedi. Sevgilinin veya eşinin adını bir kilide yazıp köprüye asarsan adam ömür boyu tasmasını boynundan çıkaramıyormuş... Çok tehlikeli. Bizim hanımlar aman duymasın... |
Yola
çıktığımız Garda’dan gölün bir ucu Riva’ya kadar güzel bir geziyle ulaşıyoruz.
Bu noktada sabahtan beri parçalı bulutlu olan hava birden kapatıyor ve sağanak
yağmur başlıyor. Su geçirmez yağmurluklarımızi giyerek gezimize devam ediyoruz.
Bir süre sonra sağnak yağmurun yanı sıra fırtına boyutlarında bir rüzgar başlayınca
canımız da hafif sıkılmaya başlıyor.
Teraslı tüneller... |
Allahtan gölün diğer kıyısı tamamen dağlık
olduğundan, yollar kısa aralıklarla kayalara oyulmuş tünellerin içinden devam
etmekte. Tünellerin içinden esen sıcak rüzgar üzerimizdeki yağmur suyunu bir
fön makinası edasıyla kurutmakta. Bazı tünellerin bir kısmı göl tarafı açık, üstü
kapalı teraslar şeklinde inşa edilmiş. Bu da zaman zaman ıslanmadan yol boyunca
sürüş yapmanıza imkan vermekte. Fakat hızını arttıran rüzgar kapalı tünel çıkışlarında bizi yalpalatarak dağın yamacına doğru kuvvetlice itmekte. Zaman zaman motorların kontrolünü sağlamakta zorlanıyoruz. Tam bu sırada sanki nazire yaparcasına yine 2 full taytlı bisikletli sırılsıkam olmuş bir halde karşı şeritten gelerek hızla yanımızdan geçti. Yine kendimizden utandık. Adamlar yağmur, rüzgar demeden spor yapmakta. Nedir bu bisikletlilerden çektiğimiz. Gölün çevresi yaklaşık 80 - 90 km. Ama sağanak
yağmur ve rüzgar hızını dahada arttırıyor. Bu durum gölün çevresini tam tur dönmemize
engel oluyor.
Tünelin ucunda her daim ışık vardır... |
Kendimizi Maderno’daki ufak feribota zor atıyoruz. Bu feribot
gölün karşısına geçmekte. Buradan otelimize kalan mesafe 6 km. Garda’ya geri
döndüğümüzde fırtına bitmiş durumda. Yağmurluklarımıza rağmen hafif nemlenmiş
pantolonlarımızı kurutup ertesi günkü yol için hazırlık yapıyoruz.
Güne başlarken. Motor... |
Sabah
Venedik için yine yollardayız. Venedik, güzergahımızın son gezi noktası. Bir
müddet otobanda ilerledikten sonra, yoldaki aşırı yoğun Tır trafiği ve yüksek
süratli otomobiller bizi üzmeye başlıyor. Düşük süratimiz nedeniyle 3 şeritli
otobanda daima yolun sağındayız ve Tır’lar ile aynı şeridi paylaşmak
durumundayız. Büyük bir çoğunluğu bizi
sıkıştırmamak için yaklaştıklarında sollama yaparak orta şeride geçiyor ama
yinede bu dev araçlara dikkat etmek için devamlı teyakkuz halinde bir sürüş
modundayız.
GPS'i ayarlarken bu klasik BMW'yi gördük... |
Bu da bizi yormakta. İlk fırsatta otobanı terk ederek GPS’imizi
bizi tali yollardan Venedik’e götürmesi için ayarlıyoruz. Bu ayarlamanın çok
doğru bir karar olduğunu bir süre sonra anlıyoruz. Çünkü yolumuz yine
masallardaki kadar güzel. Sarı, hasat görmemiş tarlaların, ufak kasabaların,
nehirlerin , atların, kuşların arasında ilerliyoruz.
Hemzemin... |
Yolumuz, tali yollardaki düşük süratimiz
nedeniyle min. 2 saat uzadı ama manzaramız buna değer. Bu güzel sürüş sonrasında saat 15.00 gibi
Venedik’e varıyoruz. Otelimiz şehrin tarihi, kanallı bölümünün hemen
girişindeki son kara parçası üzerinde, Piazzale Roma’da. Gezimiz boyunca
önceden rezervasyon yaptığımız tek otel burası. Venedik çok turistik bir şehir
ve motorlarımızla kara yoluyla varabileceğimiz, otoparkı olan Piazzale
Roma’daki üç otelden en uygun bütçelisi bizim otelimiz.
Venedikte maalesef
motorlarımız ile gezmek mümkün değil. Tabi motorunuzu kanalda gezen teknelerden
birine bindirmediğiniz taktirde. San Marco Meydanı, meşhur Çan kulesi, Rialto
köprüsü, Grand Canale vb. Şehrin turistik mekanlarını diğer turistler gibi
yayan geziyoruz. Akşamında Venedikteki en başarılı lokal restoran Madonna’da
yemek yiyoruz.
Ertesi gün şehri yarım gün dolaşmak için vaktimiz var. Sonrasında yağmura yakalanmadan son durağımız
Trieste için yine yola düşüyoruz. Bu sefer baştan paralı otoyollardan uzak
duracak şekilde bir GPS rotası planlıyoruz. 160 Km.’yi yaklaşık üç saatte alarak akşamüstü
Trieste’ye ulaşıyoruz.
Ertesi sabah ilk işimiz kahvaltı sonrası motorları dönüş
yolculuğu için UN RoRo “Pendik” gemisine
yüklemek. Kısa liman evrak işlemi sonrasında Vespalarımız tekrar gemide,
yolculuk için hazırlanmakta.
İstanbul'da görüşmek üzere... |
Motorlarımıza veda ederek akşama kadar Trieste’yi
gezerek vakit geçiriyoruz. Lakin Slovenya Ljublijana havaalanı için servis
otobüsü geminin haraketiyle birlikte limandan yola çıkmakta.
Pendik gemisi
limandan ayrılırken biz de ona el sallayarak havalimanı için yola çıkıyoruz.
Biz birkaç saat sonra İstanbul’da olacağız ama motorlarımız bizden 3 gün sonra
Pendik limanına varacak.
Yıllar
önce tanınmış bir alman motorsiklet
dergisinde okumuştum. Dolomitler bir motorcu için ölmeden gezilmesi gereken 10
yerden biriymiş. Neyse ki henüz hayattayız ve bu destinasyonu listemizden çıkardık. Klasik Vespa PX'lerimiz ile iki maceralı seyahat ve güzel anılar sonrasında yeni
destinasyonları artık yeni motorlar ile keşfetmeyi planlayarak bu seyahati de sonlandırıyoruz.
Bu bir veda değil. Belki
dayanamayıp bir gün yine Vespa ile düşeriz yollara...
yine süper bir uzun soluklu vespa gezisi olmuş tebrikler cenk....
YanıtlaSilSağolasın Muhittin. Çok selamlar...
YanıtlaSilİkinizide Tebrik ederim , Cenk ağbi , harika bir yol , çok.güzel bir anlatım , görüşmek üzere.
YanıtlaSilTeşekkürler Toygun; Selamlar...
YanıtlaSilmerhaba ..
YanıtlaSilgezilerinizi ilgi ile severek bir solukta okudum .. sizin porşeciler için düşündüklerinizi okurlarınız da sizin için düşünüyor olabilirler .. en azından ben düşündüğümü söyleyebilirim . ayrıca yaptıklarınız , babamla zaman geçirme isteğini doğurdu içimde . adam göçüp gidecek beraber yaşadığımız doğru düzgün bir maceramız bile yok .
bu yaz için ben de bir plan yapmaya başladım ..
sevgiler.
babanıza ayrıca sevgi ve selamlarımı yolluyorum.
Çok teşekkürler Sezgihan. İnsan anne ve babasıyla yaşlandıkça daha fazla vakit geçirmesi gerektiğini anlıyor. Birde ortak bir hobiniz varsa maceraya atılmaktan kaçınmayın. Şimdiden iyi yolculuklar.
SilSelamlar Cenk,
Merhabalar,
YanıtlaSileşimle geçen yıl yaptığımız Tayland seyahatinden beri içime işleyen motosiklet sevdası son birkaç aydır tamamen vespa ilgisine dönüştü.Sizin sayfanıza internetten araştırma yaparken ulaştım ve baştan sona tüm yazılarınızı okudum.hayran olmamak elde degil.inanılmaz deneyimler...
Umarım bize de birgün böyle bir tur yapmak nasip olur.
Yeni yazılarınızı bekliyoruz :)
Sevgiler,Saygılar.
Ulaş
Merhaba Ulaş;
YanıtlaSilBlog'a ilgi gösterdiğin için teşekkür ederim. Merak sardıysa, imkan olduğunda mutlaka deneyin. Vespa, dünya üzerinde seyahat etmenin gerçekten çok ilginç ve tatmin edici bir yolu. Şimdiden yolunuz açık olsun.
Selamlar Cenk;
Merhaba. Blog'unuzu ilgiyle okudum. Gıpta etmemek elde değil. Bir de yurtdışı seyahatini babanızla yapmanız çok daha güzel ve her insanın yaşayamayacağı bir deneyim. Ne mutlu size! :) ben de bir yıllık vespa et4 sahibiyim. Balıkesir'de yaşıyorum. İmkan olsa sizinle ve babanızla tanışmak ve sohbet etmek isterim... Yeni seyahat ve paylaşımlarınızı gerçekleştirmeniz dileğiyle...
YanıtlaSilTeşekkürler Bekir. İstanbul'a yolun düşerse tanışabilmek ve sohbet edebilmek dileğiyle. Selamlar...
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil